denizlerin imparatorları ve ahtapotlu spagetti

Hep asılı kalacaklar hafızamda; çünkü onlarla ilgili edindiğim ilk imajdı bu. Belki de ilk değildi bu imaj; ama dramadan zevk aldığım için onları idam edilmiş halleriyle düşünmeyi tercih ederim hep: Köyümün antik limanında ve yaz güneşinin altında uzun bacakları hiç de ipeksi olmayan bir ipten melankolik melankolik sallanıyorlardı. Gerçek şu ki; ahtapotların görüntüsü biraz anormaldır, farklıdır, dramatik ve asildir, hafif de ürpeticidir ama...İnsan olsalar kesin güçlü ve koca bir kraliyetin imparatorları olurlardı; ama zaten onlar, denizlerin diplerinde tahta sahip olmalıdırlar nasıl olsa. Neyse, bazen bilmemek daha iyidir...


Yaz tatillerimde ahtapotun varoluşu, hep baskın olmuştu benim için. Yüzerken ayaklarımın parmaklarına değen her ne olduysa kesin devasa bir ahtapotun beni yakalamaya calıştığı ve karanlik kraliyetine ana yemek olarak sunmak istediğini düşünür, sırtımdaki hücreler heyecandan minik volkanik kraterlere dönüşünceye kadar  kıyıya doğru çaresiz bir şekilde yüzmeye başlardım. Denizden cıkınca da kumda nefes nefese oturur "aman allahım, ucuz atlattım yine" diyen kalbimin atışları, normale dönerdi yavaş yavaş. Etrafımdakilerin haberleri yoktu tabi tüm bu kavgadan.



Akşam olmadan limana inerdik.  Arkadaşlarla toplanıp yeni yaramazlıklar peşinden gitmek hayatta tek amacımızdı. Izgarada ahtapot, karides ve ıstakoz antik limanın tek gerçek kokusuydu. Hatta öyle baş döndürücü bir kokusu vardı ki onların; tavernadaki insanların kafa buldukları kesindi, yoksa HER GÜN orada neden otursunlardı ki abi? "Tehlikeli" arkadaşlarla balıkçı amcaların takıldığı tavernaya giderdik ilk önce ve denizden çıkan bütün acayip hikayelerini dinlemekle başlardı akşam takılmacamız. Oturdukları masaların yanında koca kovalar ve içlerinde amcalarla (bazıları gerçek amcalarımdı) özgürlük üzerine müzakere yapmaya çalışan bir sürü yaratık; balıklar, altına yapmış ıstakozlar, tembel kerevitler, ağır başlı ve gururlu ahtapotlar. Ne kadar sakin yüzüyorlardı suyun içinde. Ne çaresizlik ne de yalvarmalar. "Biz diyalogla çözeceğiz sorunumuzu" der gibilerdi. "Bak sen, bunlar ciddi ciddi balıkçıları ikna edip yıllar önce batmış bir korsan gemisin hazineleri ile özgürlüklerini satın alacaklar en sonunda" diye nasıl bir sonları olacağını merakla beklerdim. Fakat biraz sonra ilk idam edilenler ahtapotlar olurdu. İpeksi olmayan, tamamen açıkta ve herkesin görebildiği sıradan bir ipte asılılardı.


Bir kere ortanca kardeşim sudan bir bebek ahtapotla çıkmıştı ellerinde. Oha, nasıl kıskanmıştım onu! Ve neden böyle bir operasyon düzenlediğini söylememişti bana, adi? Resmen küsmüştüm, ama küsmeden önce bu küçük prensi avuçlarımda hissetmek için can attığımı hatırlıyorum. Offf, nasıl bir histi o! Bebek ahtapot parmaklarımın arasından kayarak düğmeli bacaklarıyla binlerce içten öpücük verip denize dönmek istediğini anlatmıştı bana. "Babam meraktan ölecek" diye yalvardı. Ahtapotun af edilip edilmeyeceği tamamen benim yetkimdeydi; ama, mest oldum yuvarlak dudaklarına, bırakasım yoktu onu, ondan ayrılamadım...Biraz sonra bebek ahtapot, keskin kayalarda dövüldü, öfkeden köpükler saçmaya başladı ve en sonunda bahçemizin ipinde yerini buldu. Ben, bir hain olarak sanki bu olaya tanık olmamışım gibi ızgaradan çıkar çıkmaz onun üstünü zeytin yağı, sirke ve kekikle süsleyip onunla derin bir ilişkiye girdim; sonsuza dek midemde saklayacaktım onu.


Ahtapot, Yunan mutfağında ciddi anlamda çok ayrı bir yerdedir. İpe asılmadan olmaz aslında, yine de Paskalya orucu boyunca terncerede pişirilen en tercih edilen tabaklardan biridir bu. Kuru soğan sote ederler, yarım saat haşlanmış ve kesilmiş ahtapotu da eklerler, 2 defne yaprakcığı da atarlar ve kırmızı şarapla ya da sirke ile söndürürler. Sonra da taze domates konkase ile (küp şeklinde doğranmış domates, maalesef kışın berbatlar ama dayanamadım) bu muhteşem birleşimi tamamlarlar; ah, biraz su da kullanırlar ve ahtapotu aşırı yumuşamadan ateşten alırlar. Sonuç daha kırmızı görünsün diye bir çorba kaşığı domates salçası da eklerler ama ben istemedim bunu, tadını fazla etkiler diye panik yaptım.Tuz-karabiber tencereye atlamak için resmen zıplıyorlar, kırmayalım onları.


Geleneksel ahtapotlu spagetti delikli ve kısa makarnayla yapılır; fakat ben vazgeçemediğim ince ve uzun olanlarla yapmayı tercih ettim. Bana eşlik eden de A. hemfikirdi, o yüzden bir karara varmak hiç de zor olmadı (Bazen oluyor; çünkü, bu insan cidden karar vermekte zorlanıyor). Burada da ekstra bir öneride bulunmak istiyorum, o da aktapotun haşlandığı suyu sakın atmayın! Spagettinizi o suda haşlayın ve süzdükten sonra ahtapotlu tencereye transfer edin! Ah, ve üzerinde birazcik minik parçalar şeklinde beyaz peynir ve kalın kıyılmış maydanoz atın, kibarca karıştırın ve bayıldığınız biriyle beklemeden yiyin! İçecek olmalı ve beyaz şarap benim tercihimdi, mesela Narince Kavaklıdere gayet başarılı flört eder düğmeli kralla, çok da rahatlatır.

Afiyet mi desem, ne desem bilemedim. Ben bu tabağa hastayım...













Powered by Blogger.